Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Gelişimsel Perspektiften Bakış
Bu yazıda öncelikle cinsiyet gelişimine dair teorik bilgiler sunulacak sonrasında örnekler ile açıklanacaktır.
Cinsiyet kelimesi biyolojik cinsiyeti ifade eder; kadın ve erkeğin sahip olduğu genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklerdir. Canlı türlerinin neredeyse tamamının, özellikle üreme organları ve sistemleri üzerinden dişi ve erkek olarak iki temel biçimde farklılaşması “cinsiyet” olarak tanımlanır. Biyolojik olarak cinsiyet gelişimi için, cinsel organların kız ya da erkek fenotipine göre gelişmiş olması ve hormonların salgılanması cinsel kimlik gelişimi için yeterli değildir. Bu gelişim genetik, hormonal ve psikososyal birçok etkenin etkileşimi ile sağlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet ise, kadının ve erkeğin rollerini, sorumluluklarını, güç ilişkilerini ve toplumsal konumlarını belirleyen bir kavramdır. Yaşanılan zaman, coğrafya ve kültüre göre değişen, farklı cinsiyetlere sahip insanlardan beklenen sosyal rol, davranış ve fiziksel görünüşün bütününü ifade eder.
Cinsiyet öğrenmesi, erken dönemden başlayarak yıllar süren aşamalı bir süreç ile şekillenir. Bebekler kendi cinsiyetleri hakkında farkındalık geliştirmeden önce, cinsiyet hakkında önemli bilgiler kazanır ve cinsiyetle ilgili tercihleri göstermeye başlarlar. Bebeğin yaşadığı etkileşimler, cinsel kimliğin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Çocukların cinsiyet etiketleme yeteneği, cinsel kimlik gelişim sürecinde büyük önem taşımaktadır. Çoğu çocuk 1,5-2 yaş civarında cinsiyet etiketleme yeteneğini geliştirmeye başlar. Bu yeteneğin, kalıplaşmış oyuncakların, belirli oyun davranışlarının ve aynı cinsiyetten oyun arkadaşlarının tercihindeki kademeli artış gibi, cinsiyete bağlı tercihlerin artmasıyla ilişkilidir. Çocuklar cinsiyet kalıp yargılarıyla (gender stereotypes) ilişkili bu faaliyetleri, kendi cinsiyetlerine dair bir anlayışa sahip olmadan önce seçebilir. Çocuklar üç yaşına geldiğinde kendi cinsiyetini kategorize etme, başkalarının cinsiyetini etiketleme ve cinsiyet kalıp yargıları konusunda çoğunlukla farkındalığa sahiplerdir. Özetle çekirdek cinsel kimlik oluşumunun çocukluğun ilk iki yılda başladığı, cinsel kimlik duygusunun yerleşmesinin 3-4 yaş dolayında olduğu düşünülmektedir. Bazı gelişimsel teorilere göre cinsel kimlik bir kez geliştiğinde, yaşam boyu çok az değişiklik gösterir. Bununla birlikte, cinsel kimliğin yaşam boyunca değişebileceği de öne sürülmektedir.
Toplumumuzda cinsiyet eşitsizliği anne gebe kalmadan önce bile başlamaktadır. Birçok kadın toplumun ve ailenin baskısı ile çevrenin “erkek çocuk doğurma beklentisi ile yüz yüze geliyor.” Annenin erkek çocuğa gebe olduğu biliniyor ise daha iyi bakıma, kız çocuğa gebe ise daha kötü bakıma maruz kalabiliyor. Ya da erkek çocuğa gebe olduğu için annenin geniş ailedeki konumunun güçlenmesi ya da kız çocuğuna gebe olduğu öğrenildiğinde ise ailede konumunun güçsüzleşmesi maalesef sık duyduğumuz öyküler arasında.
Çevreye ve yönlendirmelere direk maruziyet ise doğum ile başlıyor. Önce cinsiyete atfedilmiş renkler ile çevreliyoruz sonrasında ise bu renklere/yani “cinsiyetlere” uygun gördüğümüz davranışları tanımlıyoruz. Yakın zamanda klinik psikolog Çağla Fırat’ın “cinsiyetçiliğin sosyal duygusal gelişime etkisi” üzerine yazdığı bir yazıdan alıntılamalar yapacağım. Yeni doğmuş bebeklere geleneksel olarak cinsiyetle bağdaşmış renkte kıyafetler yerine nötr sayılan renkte kıyafetler giydirilip, katılımcılara bebeklerin cinsiyetleri yanlış tanıtıldığında yani kız çocukları oğlan olarak, oğlan çocukları ise kız olarak tanıtıldığı bir araştırma sonucunda katılımcıların kız sandıkları oğlan çocuklarını daha mutlu ve sosyal olarak tanımladıkları, oğlan sandıkları kız çocuklarını ise daha kızgın ve huzursuz olarak tanımladıkları bulunmuştur (Eliot, 2009).
Yazı şöyle devam ediyor; başka bir çalışmada ise 11 aylık bebeklerden halıyla kaplı bir kaydıraktan aşağı doğru emeklemeleri istenir. Annelerin bebeklerinin yaklaşık nereye kadar emekleyebileceklerini tahmin etmeleri istenir. Araştırmada kız ve oğlan çocukların emeklemede ve risk almada eşit derecede becerikli olduğu ve motor becerilerinde bir farklılık olmadığı gözlemlenir. Daha önemli olan ise şudur; oğlan anneleri çocuklarının nereye kadar emekleyebileceği hakkında hemen hemen doğru tahminlerde bulunurken, kız anneleri bebeklerinin gerçekte emekledikleri noktadan çok daha gerisine emekleyebileceği tahmininde bulunur (Eliot, 2009).
Bu aşamalardan sonra bebeğin sağlıklı gelişimini anneden ayrışması ve yavaş yavaş yaşıt ilişkisinin oyunların ve sosyal ilişkilerin başlaması takip edecektir. Kız çocuklarına daha çok evcilik, yemek pişirme, oyuncak bebekler ve pembe oyun evleri gibi oyuncak seçimleri yapılırken erkek çocukları daha çok araba, silah gibi oyuncaklar ile oynamaları için yönlendirilirler. Oyun çocukların hayatında önemli bir yere sahiptir. Oyunun etkilerinden biri gözlemledikleri olayları ve rolleri oyun aracılığı ile deneyimlemektir. Oyunlarda anne oluruz, baba oluruz, doktor, hemşire öğretmen oluruz ve dünyayı oyun aracılığı ile içselleştiririz. Bu noktada yönlendirilmiş oyuncaklar, yönlendirilmiş içselleştirmelere neden olur. Örneğin kız çocukları pembe oyun evleri ile yemek pişirmeyi öğrenirken, erkek çocuklar silahlar ile savaşı, saldırganlığı deneyimlerler.
Cinsiyet için toplum tarafından daha uygun görülen kişisel özellikler vardır. Örneğin erkeklerin daha hareketli, daha girişken hatta bazen kavgacı olmaları övülüp pekiştirilen bir özellik iken kız çocuklarının ise duygusallık, naiflik, “hanım hanımcıklık” gibi özellikleri olumlu şekilde dile getirilir (ki bu kelime kendi içinde bile toplumsal cinsiyet eşitsizliğine vurgu yapar niteliktedir.).
Okul çağına kadar çocukların rol modelleri anne ve babalardır. Evde şiddet içeren bir ortam varsa içselleştirecekleri şey “şiddetin normal olduğu” ve hatta belki “dünyanın güvenilir olmadığı” düşünceleridir. Evde toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair roller varsa bunlar içselleştirilecek ve kuşaklar arasında aktarılacaktır.
Okul ile birlikte yeni rol modelleri, okuma alışkanlıkları ve kitaplar devreye girer.
Eğitim sistemindeki cinsiyet rolleri üzerine tarih vakfının ve eğitim-sen’in yaptığı araştırmalar her ne kadar ayırımcı dili ve gelişimi engelleme yönünde atılan adımlar da olsa yeterli görünmemektedir.
Şimdi eğitim-sen kadın kolunun kitapları değerlendirmelerinin sonucunda oluşturdukları rapora göre; “Hayat Bilgisi ders kitaplarındaki görsellerin incelenmesi sonucu elde edilen sayısal verilere göre; genelde erkek yetişkin sayısı, kadın yetişkin sayısından fazla; erkek çocuk sayısı, kız çocuk sayısından fazladır. Meslek sahibi erkekler genellikle, yönetici ve denetleyici konumundadırlar. Erkek çocuklar bağımsız ve etkin, kız çocukları ise edilgen ve bağımlı görülmekte, okulda sınıf ve kulüp başkanları genellikle erkek çocuklarıdır. Okul kurallarına uymayanlara örnek olarak erkek çocuğu figürleri, kurallara uyan özellikle de görgü kuralları bölümünde kız çocuğu figürleri kullanılmıştır. Toplumsal kurallara uymayanlar (örneğin trafik kurallarına uymayan) bölümünde yine erkek çocuğu figürü kullanılmıştır. Kurallara uymamak bir bakıma özgürlüktür. Kız çocukları kabarık etek ve elbise ile erkek çocukları ise gömlek ve pantolonlu olarak görülmektedir. Pantolon giyen kız çocuğu figürü bir ikiyi geçmemektedir. Kız çocukları genellikle ip ve bebekle oynarken, erkek çocukları çoğunlukla topla oynamaktadır.”.
Ergenlik döneminde etkin ilişki yaşıt ilişkisi ve partner ilişkisi haline gelirken toplumsal liderler, toplumca tanınan saygı duyulan kişiler, sanatçılar önemli rol modelleri haline gelirler. Şimdiye kadar gözlemlenmiş ve içselleştirilmiş roller yavaş yavaş ilişkilerde deneyimlenmeye başlar, bu deneyimler her ne kadar şimdiyi temsil etse de geçmiş deneyimlerden bağımsız değildirler. Gözlemlenen şiddet/ayrımcılık ilişkilerde de deneyimlendiğinde daha kalıcı bir öğrenmeye dönüşmektedir, adeta kehanet kendini gerçekleştirmektedir.
Atladığım eklemediğim benim de kendi zihnimde normalleştirdiğim hatta belki bu metnin içinde kullandığım cinsiyet eşitsizliğine yönelik söylemler olabilir ama konunun hatlarını kabaca bu şekilde çizebiliriz diye düşünüyorum. Eşitsizlik birbirine hükmetmeyi ve şiddeti körükleyen çok temel bir sorundur.
Çağla Fırat, Cinsiyetçiliğin Sosyal Duygusal Gelişime Etkisi http://www.yankiyazgan.com/cinsiyetciligin-sosyal-duygusal-gelisime-etkisi/
Çocuk ve Ergenlerde Cinsiyet Disforisi, Uzm. Dr. Uğur Sarı
Eliot, L. (2009). Pink brain, blue brain how small differences grow into troublesome gaps–and what we can do about it. Boston: Houghton Mifflin Harcourt